Fotoğraflarıyla Osmanlıyı dünyaya tanıtan ve sarayla iç içe çalışan Sébah&Joaillier stüdyosunun hikâyesi, tarihî roman oldu. Kitabı kaleme alan stüdyo sahiplerinin beşinci kuşaktan torunu Fabrizio Casaretto “Bizim gibi Levanten ailelerin hayatlarını ve Osmanlının misafirperverliğini anlatmaya çalıştım” diyor.
Osmanlı İmparatorluğu’nda farklı fotoğraf stüdyoları kurulmuş, bunlardan çok azı sarayla çalışmıştı. Sébah&Joaillier de onlardan biriydi. Levanten kökenli Pascal Sebah tarafından 1857’de açılan fotoğrafhane, daha sonra Polycarpe Joaillier’in ortaklığıyla “Sébah&Joaillier” ismine kavuştu. Bu stüdyonun çektiği İstanbul ve Ege fotoğrafları ise kartpostallara dönüşerek bütün dünyaya dağıldı. Aynı zamanda Sébah ile Joaillier, Osmanlı sarayıyla irtibat kurup başta Sultan Abdülhamid olmak üzere padişahların özel fotoğraf işlerine de imza attı. El değiştirerek cumhuriyet dönemine kadar devam eden Sébah&Joaillier’nin hikâyesi ise Joaillier’nin 5. kuşaktan torunu Fabrizio Casaretto tarafından kaleme alındı. Tarihî roman mahiyetindeki “Sarayın Gözleri” adlı eser, Mundi etiketiyle raflarda yerini aldı.
Sahiplerinin torunlarından birisi olduğunuz Sébah&Joaillier, Osmanlıdaki ilk fotoğraf stüdyolarından... Bu stüdyoyu önemli kılan şey neydi?
Fotoğraf tekniğinin keşfinden sonra Osmanlıda fotoğrafçılık hızlı ilerliyor. Pascal Sébah da bir fotoğraf stüdyosu kuruyor. Ancak kendisi hastalanıp iş yapamaz hâle gelince 1885’te büyük büyük dedem Polycarpe Joaillier, stüdyoya ortak oluyor. Zaten bir sene sonra Sebah ölüyor. Sébah&Joaillier, Osmanlıyı dünyaya en çok tanıtan oryantalist fotoğrafhane oluyor. Nitekim bunu dünyanın her tarafına yayılmış olan “Sébah&Joaillier” damgalı fotoğraflardan da anlayabiliyoruz. Arjantin’de bile bu fotoğraflar bulunabiliyor.
Sébah&Joaillier sanki tanıtım ajansı gibi çalışmış…
Evet, o devirde Sébah&Joaillier gibi fotoğrafhaneler dış mekâna daha çok odaklanmış. Fotoğrafların kartpostal olarak kullanılmasıyla bu, daha çok ilerlemiş. İstanbul ve Ege’de çekilen manzara fotoğrafları, kartpostal olarak basılarak insanların birbirilerine gönderdiği nesnelere dönüşmüşler.
SARAY REKABETİ
O dönemde Osmanlı Sarayı için çalışan Abdullah Biraderler de meşhur. Dedeniz ile aralarında rekabet yaşanıyor mu?
Büyük dedemlerin stüdyosu en başında saray için çalışmıyor. Sarayla ilişkileri Osman Hamdi vesilesiyle gelişiyor. Tabii, zamanla saray ve çevresini fotoğraflayan Abdullah Biraderler ile aralarında rekabet başlıyor. Abdullah Biraderlerle sarayla sıkıntı yaşayınca Sébah&Joaillier öne çıkıyor. Saray, daha sonra Sultan Abdülhamid’in “Yıldız Albümleri” çerçevesinde büyük dedemden fotoğraf albümü istiyor. Mektep binaları ve öğrencilere dair iki özel albüm yapıyorlar. Hatta devlet nişanı alıyorlar.
Peki, dedenizin Osmanlı padişahlarıyla ne derece irtibatı olmuş?
Sébah’la kendisi birkaç sultan görmüş. Sultan V. Murad’ın henüz şehzadeyken stüdyoda çekilmiş fotoğrafı var. Sébah&Joaillier, sarayla iç içe bir fotoğraf stüdyosu...
Zaten onların hayatlarını anlattığınız eserinize “Sarayın Gözleri” ismini vermişsiniz. Dedenize ve Sébah&Joaillie’nin hikâyesine nasıl ilgi duydunuz?
Ailemden miras kalan bazı fotoğraflar vardı. Otuzlu yaşlarımda bunları koleksiyon yapmaya karar verdim. Dünyaya yayılmış Sébah&Joaillier damgalı fotoğrafları mezatlardan almaya başladım. Büyükannemin bir video kaydı ise bana bu romanı yazmamda yol gösterdi. P. Joaillier, benim anneannemin dedesi oluyor. Videoda daha ziyade baba tarafım anlatılıyordu ama romanı yazmak için bana çıkış noktası oluşturdu.
'OSMANLININ MİSAFİRPERVERLİĞİNİ ANLATMAK İSTEDİM'
Uzak bir döneme dair bu kitabı kaleme alırken nasıl hareket ettiniz?
Büyükannemin video kaydını dinledikten sonra ailemizi ve Sébah&Joaillier’yi araştırmaya başladım. Yurt dışındaki akrabalarıma ulaşıp evraklar elde ettim. Türkiye’deki kurumlardan da bazı belgelere ulaştım. Böylece gerçekçi detaylarla ailenin hikâyesini kaleme aldım. Hatıra ve evraklardaki kişileri birer karaktere çevirdim. Koleksiyonumdaki fotoğraflar da sahne oluşturmamda bana faydalı oldu. İşin içerisine biraz da kurgu girdi.
Peki, okuyucuda ne gibi duygular uyandırmak istediniz?
Bizim gibi Levanten ailelerin hayatlarını ve Osmanlının çok misafirperver olduğunu anlatmaya çalıştım. Bu ailelerin ülkeye katkılarını da yazdım. Karışık bir nüfusun barış içinde yaşayabildiğini göstermek istedim. Bugün de çok kültürlü bir ortamdan söz edebiliriz ama Osmanlıya kıyasla rakamlar aynı değil.
Bir ekonomist olarak ağır tarihî mevzuların detaylarına da girmişsiniz. Bunlar sizi zorlayan konular değil miydi?
Tabii, kolay değildi. Bu, ilk denemem... Özlem Doğan Küçük de bu konuda çarpıcı fikirler verdi.
Kaynak: Türkiye Gazetesi- Murat Öztekin