Yıl 2003 belki de 2004'tü. Söz konusu gece hayatı olduğunda akıllara Taksim gelirdi ve Kadıköy'ün şimdiki albenisi yoktu. Kadıköy'ün meşhur "barlar sokağı" Kadife Sokak'ta, o günlerde sorsanız kapanacağına ihtimal verilmeyen bir sürü mekan yan yana dizilirdi. Aidiyet duygusu, rutinler ve müdavimlik keyfimizi yerine getirirdi. Üstelik gece dışarı çıkmak için üstün maddi olanaklar da gerekmezdi. Hepimiz üniversite öğrencisiydik ve üç kuruşluk harçlıklarımızla istediğimiz mekana gidebiliyorduk. IndependentTürkçe'den Nazlı Erdol'un yazısının bir bölümü şöyle;
Kadife Sokak'taki Pandora kapanmış, yerini Crimson adında başka bir mekana bırakmıştı. Hafta sonları genç ve yetenekli gruplar burada sahne alıyor, sevdiğimiz şarkıları yorumluyordu. O gruplardan iki tanesi dikkatimizi çekmişti, hafta sonu olsun da Crimson'a gidip onları izleyelim diye sabırsızlanırdık. Biri, o zamanlar Raindog ismiyle sahne alan ve sonradan Anason şarkısıyla ünlü olan Zakkum'du. Diğeriyse ağzımız açık izlediğimiz, kırmızı saçlı çıtı pıtı solistinin sahnede harikalar yarattığı Anima'ydı. Ünlü rock gruplarının bayıla bayıla dinlediğimiz şarkılarına nefis yorumlar getiren o kırmızı saçlı, çıtı pıtı solist, Ceylan Ertem'den başkası değildi.
"Herhalde 2003'ler falandı, 20 yıl önce" diyor Ertem ve ekliyor:
Biz Radiohead çalmayı çok severdik, Idioteque'le başlardık hatta geceye.
Zamanın ötesinde ve "ayrıksı" bir albüm: Animasal
Mojo, Kemancı, Paralel, Babylon gibi farklı mekanlarda sevilen alternatif şarkıların yorumlarının çalındığı yılların üstünden çok geçmeden 2006'da, bugün hâlâ dinlenen, dönemin tarzını çok güzel yansıtırken zamanın ötesine geçmeyi de başaran ilk ve tek Anima albümü Animasal geldi.
Ertem, o dönem çıkardıkları işten gayet memnun olsa da o zamanki Ceylan'a eleştirel gözle bakmadan edemiyor:
Açıkçası Animasal'ı dinlediğim zaman çok güzel bir iş başardığımızı hissediyorum, oradaki çocukların yanaklarını sıkıyorum, minik kızın omzuna pışpış yapıyorum ama yine de şimdi kaydetseydik değiştireceğimiz birçok şey olacağına da inanıyorum. Tabii ki o dönemki şarkıcılığımı çok beğenmiyorum. Ama yine de asla herhangi bir pişmanlık yaşamıyorum ve çok da kutluyorum o zamanki Ceylan'ı ve arkadaşlarını. Yine ayrıksı bir albüm yaptıklarını düşünüyorum.
"Türler arasındaki gezinti çocukluğumdan beri var"
Bu albümden sonra Anima sayfasını kapatıp solo kariyerine odaklanan Ceylan Ertem, farklı türler arasında gezinen albümlere imza attı.
"Türler arasındaki gezinti aslında bende çocukluğumdan beri var" diyen sanatçı, dünden bugüne müzikal yolculuğunu anlatırken çocukluğuna kadar iniyor:
Anneannemlerde daha çok halk müziği dinlenirdi: Neşet Ertaşlar, Aşık Mahsuni Şerifler... Babamsa daha çok arabesk sever, Ferdi Tayfur, Müslüm Gürses ve Ahmet Kaya dinlerdi. Ben 10 yıl kadar babaannemlerle yaşadım, orada da Sezen Aksular, Nilüferler, Kayahan gibi isimler çok dinlenirdi. Ve Türk Sanat Müziği tabii ki, Müzeyyen Senar çok dinlenirdi. Bütün bunların etkisiyle zaten böyle bir 'türcü olmama', 'herhangi bir türe bağlı kalmama' hissiyatı gelişti bende.
Bu isimleri, Ceylan Ertem'in kendi keşifleri takip etmiş:
Ardından büyüdükçe ilk dinlediğim müzik türü sanırım alternative rock ve grunge oldu. Nirvana, Alanis Morisette, Tori Amos ve tabii ki 18'imde biraz da caz müzik hayatıma girdi. Müzikoloji okumamın etkisiyle aslında yani folk müzik, world müzik, aynı şekilde hâlâ caz sevgisi devam ederek büyüdü.
"Kendimi kısıtlamak istemedim"
Henüz grubuyla sahne aldığı yıllardan örnek veren Ertem, daha o yıllarda dinleyicilere çok karma bir repertuvar sunduklarını anımsıyor:
Repertuvarda birbirine benzemez bir sürü isim ve şarkı olurdu. Ben çok eskiden beri bir türe bağlı kalmadan, her türden ve her tarzdan şarkıları seslendirmeyi birazcık da bir oyun gibi gördüm. ‘Challenge' derler ya, kendime meydan okuma gibi gördüm. Hâlâ da bu şekilde devam ediyor bu gezinti ve çok seviyorum. Tabii ki hiçbir zaman kendimi bu konuda kısıtlamayı istemedim ve bundan sonra da kısıtlamayı düşünmüyorum.
"Mutlaka kız kardeşlerimin yanında olmaya çalıştım"
Kendine meydan okumaktan ve sınırlarını zorlamaktan korkmayan Ertem'in bu gibi özelliklerinin gelişmesinde kadınlarla dolu bir evde büyümüş olmasının da payı büyük. "Öncelikle çok daha gürültülü, tutkulu, hislerini saklamadan yaşayan rengarenk biri olmama çok büyük katkı sağladı" diyor Ertem ve ekliyor:
Çünkü öyle kadınlardı. Yani hiçbiri içine kapanık kadınlar değildi. Ve tabii ki kadın haklarına, kadının yaşadığı şiddete, kadın cinayetlerine, kadınların ötekileştirilmelerine daha duyarlı bir insan olarak büyümüş oldum ve bu tüm hayatımı etkiledi. Sessiz olan herkesin sesi olmaya çalışmak mevzusu kulağıma küpe olmuştu. Bu nedenle de şarkılarla, yürüyüşlere katılarak ya da onların sesini nasıl olursa olsun duyurarak mutlaka kız kardeşlerimin yanında olmaya çalıştım ve öyle de olacak.
Kaynak: Independentturkish